Kategori:Polyana

Sanırım 21 yüzyılın en masum görünümüne sahip ama en acı verici problemi; sahte samimiyet. Aslında “samimiyet” özü itibariyle sevilesi ve hatta kucaklanıp bağra basılası bir kavramdır. Oysa günümüzde insanoğlunu kocaman bir karanlığa iten, sosyal bir varlık olarak yaratılmasına rağmen kuru bir yalnızlığa mahkûm eden şifa görünümlü zehir. Birçoğumuzun tanımlayamadığı bu güç durum, öyle sinsice yayılmış ki hayatımıza normalleşme sürecini bile kazanmış. Kendi ellerimizle bu sahte kelimenin yüzüne ‘sosyallik’ maskesini takmış ve ete kemiğe büründürerek aramızda salınmasına izin vermişiz. Öyle ki…

Ne kadar kimsesiz olunabilirse o kadar kimsesiziz aslında.. Mevsim değişimine direnen daldaki son yaprak gibi, terkedilmiş bir Anadolu köyünde kalan üç beş hane gibi, şehrin tüm kalabalığından kaçıp seher vaktine sığınmış pencereden süzülen sarı ışık gibi ya da günün sonunda otobüsün radyosundan duyulan eski bir türkü gibi.. Baş döndürücü bir hızla değişen dünya karşısında yapayalnızız.. İşte sırf  bu yüzden güzeldir gece.. -Yalnız olmadığını hatırlatır insana. En kötü ihtimalle şu an herkesin yalnız olduğunu düşündürerek komik bi adalet sağlar insanın zihninde…

İnsan sadece Eylül’de hüzünlenmez ki.. Elindeki çay tepsisini o dükkândan bu dükkâna sektire sektire koşan çocuk o an ne düşünüyodur? Saatin sabah 06.00 oluşunu mu? Tam da şuan yatağında olmayı mı? Değişen mevsimin pantolonunun yırtık yerlerinden ulaşıp ona serin ve okkalı bir selam çakışını mı? Yoksa yağan yağmura ve çamura rağmen ayağındaki yazdan kalma terlikleri mi? Bilmiyorum.. Küçük bedenin “büyük” ifadesi bize nerede olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor. “Doğubayazıt”.. Ciddi insanlar, ciddi insanların ciddi çocukları, ciddi çocukların cipciddi sokakları.. Her…

Yürüyelim mi biraz? Lütfen… Her adım atışımda yanı başımda olmanın mutluluğunu ver bana. Sesin kulaklarımdan içimin sokaklarına doğru hücum ederken, usulca çalsın gönül kapımı. Fethedilmiş bir şehir edasıyla yeni başlangıçların müjdecisi olsun gelişin. Demem o ki; ellerimizi bu kez ceplerimiz değil de yan yana olmanın heyecanı ısıtsın.. Yürüyelim.. Biz yürüyelim; dağda rüzgar, gökte kuşlar, yol boyunca ağaçlar yürüsün.. Dilde kelimeler yürüsün kararınca sessiz sedasız. Adın adımla anılsın da ben de umut yürüsün koşar adım.. Yürüyelim.. Hayalle gerçek arasında emin olmaya…

Sevmek lazım; Doğan güneşi, saran geceyi, her gün başucuna gelip duran yıldızları, karla yükselen dağları, ağaçları, toprak yolları, meraklı meraklı  bakan boncuk gözlü çocukları, sevgi bekleyen okul bahçesinde ki köpeği, bazen sevinçle koştuğun  bazense hemen yanı başında iç çekip hayale daldığın pencereni, her seyrinde iç organlarımızın yerini değiştirme girişiminde bulunan hırçın servisi, soğukta olsa espiri yapma cesaretini ve istikrarını asla kaybetmeyen o eşsiz arkadaşları,  evlerin yanan ışıklarını, işten gelen babaları, gözlerinin taa içi gülen anneleri, tartışa tartışa bağlandığın kardeşlerini, gözünde/gönlünde…

Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş, Sana Sapanca’dan bir sepet elma almışım..”       Samimiyetin ve sadeliğin taçlandığı dizelere merhaba.. Valla güzel demiş şair. Sağı solu, her biryanı içtenlik kokan bu sözler, her duyulduğunda biraz buruk ama umut dolu bir tebessüm oluşturuyo insanın yüzünde.. Bizi en çok yine biz mi üzüyoruz bilmiyorum.. Baksana mutluluğun formülünü bulmuşlar; klişelikten kurtul, sevgini bile özgün yaşa! Zaten böylesi hem daha samimi hem de daha özgürlük dolu. Dizilerin, filmlerin, hatta reklamların kısaca TV’nin özgürlük adı…

1 2